Akçaabat ilçesi, Trabzon İli’nin batısında aynı adı taşıyan ilçenin kuzeyinde denize doğru alçalan alan üzerinde kurulmuştur. İlçenin kuruluş dönemine ait kaynaklar az sayıda olup, çoğu Trabzon tarihi içerisinde yer almaktadır. Şehrin dört asırlık tarihini aydınlatmaya yeterli olan 5 adet sicil-i mahfuz defterlerinden 4’ü kaybolmuş; yalnız 1’i günümüze kadar korunabilmiştir. Kuruluş dönemini aydınlatabilecek diğer belgeler bazı Bizans eserleri, seyahatnâmeler ve kiliselere ait tarihi vesikalardır.
Kocaeli Üniversitesi, Barbaros Denizcilik Yüksek Okulu akademisyenlerinden Yasemin Nemlioğlu Koca’nın yapmış olduğu etütlere ve seyahatname incelemelerine göre Akçaabat, Trabzon’un batısında yer alması ve kıyı şeridindeki tek doğal liman olması nedeniyle bazı kaynaklarda propontos (pontos önü, girişi, kavşağı) olarak adlandırılmaktadır. Şehrin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte çağlar içerisinde Irak, İran, Doğu Hindistan, Çin ve Orta Asya’dan gelen kervanlar için Trabzon’a bağlı, pazar yeri ve liman olarak kullanıldığı bilinmektedir. Kuruluşunda Ege kıyılarından gelen koloni halklarının etkisi görülmektedir.
Şehrin ilk ismi olarak kaynaklarda geçen Platana kelimesinin kökeni, çevrede çok sayıda bulunan çınar ağaçlarına bağlanmaktadır. Değişik kaynaklarda Platene, Platana, Blaten, Blatan, Platna, Platina, Polta biçiminde yazılan bu sözcük, çınar ağacının yunanca karşılığı olan “platano” sözcüğünden türemiştir ve Yunan, Roma, Bizans, Komnenos dillerinde platana olarak kullanılmıştır. Miletliler, Romalılar, Bizanslılar ve Komnenoslar’ın egemenliğinden sonra 1461’de Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon’u fethiyle Türkler’in eline geçen şehrin ismi de değişime uğramıştır. Platana, Platona, Polta ve Pulathâne gibi farklı şekillerde söylenerek Yunanca, Farsça ve Türkçe ifadelerin karışımından oluşan Polathâne kelimesi günümüze kadar kullanılagelmiştir.
Bazı kaynaklara göre Pulat kelimesi demir anlamına geldiğinden Pulathâne adı da demircilikten gelmektedir. Şakir Şevket ise “Puluthâne” sözcüğünün kökenini şöyle açıklamaktadır: “Trabzon Devleti putperestlerin elinde iken kasaba halkı Platane denilen kavak ağacına taptığından nâhiyenin adı o ağacın adından gelmektedir.” Yine bugün ilçenin ismi olan Akçaabat adı ise İranlılar ve Türkler tarafından kullanılmıştır. M.Ö 500 yıllarında yöreyi ele geçiren İranlılar’ın Akçaabat’a geldiklerinde beyaz badanalı evler görünce buraya parlayan yer anlamına gelen Akça-abat adını verdikleri rivâyet edilir. Bu isme ilk kez 1486 yılında Trabzon Sancağı Tapu Tahrir Defteri’nde rastlanması bu adın Türkler tarafından verildiği görüşünü desteklemektedir. 1886 yılında ilçe olan Akçaabat’ın, Osmanlı Dönemine ait kaynaklarda şehir merkezi “Pulathâne”, ilçe geneli ise “Akçeabâd” olarak geçmektedir.
Bu bağlamda tarihi süreç içinde Trabzon’a gelen bilgin, gezgin, araştırmacı ve seyyahlar yazdıkları eserlerinde Akçaabat’tan söz etmişlerdir. Ruy Gonzales De Clavijo, Âşık Mehmet, Evliya Çelebi, Minas Bıjışkyan, Joseph Pitton De Tournefort, Charles Felix Marie Texier, Teophile Deyrolle, William John Hamilton, Jacop Philipp Fallmerayer bunların arasında yer alır. Trabzon’a gezileri sırasında Akçaabat’a da uğrayan gezginler o tarihlerde ilçenin genel görünümü, kültürü ve ticareti hakkında ayrıntılı bilgi vermişlerdir. Bu bilgiler ilçenin günümüzde sönükleşen, ancak geçmiş dönemlerde yoğun olarak sürdürülen liman işlevinin değişimine yönelik bizlere kaynak oluşturmaktadır.
Ruy Gonzales de Clavijo, İspanya Kralı III. Enrique tarafından Türk hükümdar Timur’a elçi olarak görevlendirildiğinde yapmış olduğu doğu gezisindeki izlenimlerini aktardığı “La Embajada a Tamorlán” adlı kitabında, 1404 yılında geldiği Trabzon’da Akçaabat Limanı’nı açıklamaktadır. Clavijo’nun kitabı, yazılı kaynak olarak Akçaabat ve limanından söz eden ilk eser olması nedeniyle önemlidir. Eserde, Trabzon açıklarında gemilerin fırtınadan çok etkilendiğini ve bu nedenle daha korumalı olan Blatan-Platona’da beklediklerini belirtmektedir. Ayrıca yazarın anlatımından, yörede yetişen fındığın 13.yy.’da uluslararası deniz ticaretinde önemli bir mal olduğu anlaşılmaktadır. “Kürekçilerimizin istirahatını temin etmek için ikindi üzeri Blatan Limanı’na muvasalat ettik. Trabzon buradan 10 mil (1 Deniz Mili = 1.852,2 m.’dir) mesâfede idi. Fakat ilerlemeye cesâret edemedik. Rüzgâr şiddetle esmeye devam ediyordu. Esâsen fırtınanın şiddetinden demirlerimiz sürükleniyordu. Bütün geceyi Blatan’da geçirdik.” “Eylülün 17. günü Trabzon’a vardık. Fındık yüklü bir gemi İstanbul’a gidiyordu. Hava müsâit olmadığı için gemiler Trabzon’un garbında 6 mil mesâfede Platona’da bekliyordu. Gemi Messer Nicolso Cojan adlı bir kaptanın idâresinde idi. Bir sandalla gemiye yol aldık ve gemiye bindik. 25 gün zarfında İstanbul’a vardık.”
Âşık Mehmet Bin Ömer, Trabzon’lu gezgin, Akçaabat hakkında bilgi veren ilk Türk yazardır. 1598’de gezilerini aktardığı “Menâzir-ül Avâlim” adlı eserinde Trabzon çevresini açıklarken Akçaabat yakınlarından denize dökülen Kalanima Nehri’nden (günümüzde Söğütlü Deresi olarak adlandırılmaktadır.) söz eder. Yazarın Trabzon’lu olması ve bölgeyi iyi tanıması nedeniyle de adı geçen eserde bölge hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler verdiği görülmektedir. “Bu nehir Trabzon dağlarından çıkıp bazı köyleri ve mezrâları sulayarak bazı değirmenleri döndürdükten sonra Palatmana yanında Karadeniz’e dökülür.”
Evliyâ Çelebi, Seyahatnâmesi Türkiye’nin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyâsi tarihinin günümüze ulaşan en önemli kaynaklarından biri olup, Trabzon ve çevresinin 17.yy.’daki görünümünü ayrıntılı olarak aktarır. Evliya Çelebi, Trabzon valisi Ketenci Ömer Paşa’ya eşlik ettiği gezisini deniz yoluyla 1640’da Trabzon’a yapar. Seyahatnâmesi’nde Akçaabat’ın limanı ve ticaretini ayrıntılı açıklarken, pazarının büyüklüğü hakkında verdiği 10.000 kişi sayısı dönemin öşür kayıtlarıyla doğrulanmaktadır. Akçaabat’ta yer alan Hatûniye vakıf topraklarından ve limanın işleyişinden söz etmesi, Evliya Çelebi’nin bu çevrede bir süre kalarak bilgi edindiğini ve ticari yaşamı gözlemlediğini göstermektedir. “Oradan Akçaâbâd Kalesi’ne geldik. Burası Trabzon’a bağlı mâmur büyük bir nâhiyedir. Kalesi deniz kenarında ve 5 köşeli olup Rumlar’dan kalmadır. Polta Pazarı Trabzon hükmünde nâhiye ve subaşılık’tır. Etrafında 100 kadar mâmur köyler olduğundan bu vâdide haftada bir pazar kurularak 10.000 kişi toplanır. Bu mâmur şehir, Trabzon’da Hatûniye adı ile tanınan, Yavuz Selim Han’ın annesinin hayratının evkafıdır. Burada büyük bir liman vardır ki, Karadeniz gemicileri arasında Polta Limanı demekle meşhurdur. Sekiz rüzgârdan emin, demir tutar, güzel bir limandır. Oradan ileri giderek Kalatimani Deresi’ne vardık. Bu dere Trabzon dağlarından çıkarak Polta Limanı yanında Karadeniz’e karışır. Buralarda mâmur köyler var. Ahâlisi kayıklarla Trabzon’a gidip gelirler. Ahâli Rum ve İslâmdan mürekkeptir.”
Joseph Pitton De Tournefort, Fransız gezgin ve bilim adamı, Erzurum Valiliği’ne atanan Köprülü Numan Paşa ile 1701’de Trabzon’a gelmiştir. Gezilerini anlattığı “Relation D’un Voyage Du Levant” adlı eserinde, o zaman Trabzon Limanı olarak açıkladığı Akçaabat’ın geçmişteki bilgilerini de aktarmıştır. İstanbul-Trabzon hattında gözlem yapma fırsatı bulan Tournefort yalnızca yolculuğu değil, Türk denizciliği hakkında da bilgi vermektedir. “Platana adı verilen Trabzon’un limanı şehrin batısındadır. Arrianus’tan öğrendiğimize göre, İmparator Hadrianus limanı onartmıştır. Cenevizliler’in buraya yaptırdıkları mendirek neredeyse harap olmuştur ve Türkler bu tür yapıları onarmakla asla canlarını sıkmamaktadır. Belki de geriye kalanlar Hadrianus’un yaptırdığı limanın kalıntılarıdır; zîra Hadrianus kendi açıklamalarına göre yılın ancak belli bir döneminde burada demir atabilen gemileri koruma altına alabilmek için çok büyük bir dalgakıran yaptırdı.”
Joseph Pitton De Tournefort aynı eserinde devamla “Bu iki ulusun (Rumlar ve Türkler) denizcileri arasında belki de en güçlüleri ve en yüreklileri, çoğunlukla geldikleri yoldan geri dönmeyi ve rüzgârla mücâdele etmek yerine onu arkasına almayı yeğleyen Türkler’dir. Haklı olarak Karadeniz’in dalgalarının sert olduğu söylenir; Karadeniz dalgalarının adalar arasındaki birçok boğazı kapsayan Akdeniz dalgalarından daha güçlü olduğu kesindir. Karadeniz’de gemi yolculuğu yapmak için en şaşırtıcı yan, çok az iyi liman bulunması ve çoğu gemi sığınağının gerekli korumayı sağlayamamasıdır; üstelik bu limanlar bir fırtına sırasında buraya ulaşma becerisinden yoksun kılavuzların hiçbir işine yaramaz. Cenevizliler, Bizans İmparatorluğu’nun çöküş döneminde, özellikle de 13.yy.’da Karadeniz’in bütün önemli yerlerini işgâl ederek buradaki bütün ticareti ellerinde tutukları sırada gerekli bütün önlemleri almaktan geri kalmamışlardı. Yaptıkları tesislerin, özellikle de denizcilikle ilgili olanların kalıntıları hâlâ ayaktadır.” “Bu denizde çalışan kayıklar, dört kürekli, her akşam karaya çekilen kayıklardır. Yalnızca iyi havalarda ya da iyi bir rüzgâr olduğunda açılan, rüzgâr dindiğinde indirilen kare biçimli bir yelkeni vardır. Kimi geceler patlayan havanın vereceği zarardan kurtulmak ve gönüllerince uyumak isteyen bu ülkenin tayfaları, tekneyi kuma çekerler ve yelkeni teknenin üstüne çadır gibi sererler, iyi bildikleri tek manevra budur.”, ifadeleriyle bize ışık tutmaktadır.
Minas Bıjışkyan, Trabzonlu râhip, “Pontos Tarihi” adını verdiği ve 1819’da tamamladığı seyahatnâmesinde, Akçaabat çevresini oldukça ayrıntılı aktarır. Eserden Bıjışkyan’ın Akçaabat hakkında tarihi bilgilere de sâhip olduğunu ve ticari yaşamı gözlemlediğini anlamaktayız. Özellikle yetiştirilen tarım ürünlerini; zeytin ve 1800’lü yıllarda bölgede yetiştirilmeye başlanan tütünü açıklamıştır. Gerçekten de yazarın bulunduğu dönemde bölgede yetiştirilmeye başlanan tütün, diğer ürünlerin önüne geçerek, deniz ticaretinin en önemli ürünü olmuştur. Bölge tütünü, deniz yoluyla İstanbul, Tuna ve Rusya havzasına aktarılmaktadır. Yazar, 19.yy.’da Rusya ve diğer bölgelerle artan deniz ticaretinin etkilediği Akçaabat pazarının büyüklüğünden de söz etmektedir. “Yoros Burnu Trabzon’un kuzeye doğru uzanan büyük burnudur. Bu burun Akçakale ve Platana Limanları’nı çok tehlikeli batı rüzgârlarına karşı muhafaza eder. Adı geçen limanlar koyun içindedir. Akçakale’nin doğu rüzgârına karşı emniyetli limanı ve eski bir kalesi vardır. Denize yakın bir tepenin üzerinde bulunan kaleye uzaktan beyaz göründüğü için Akçakale adı verilmiştir. Kalenin yanında toprak altından çıkarılmış eski küplerden buranın vaktiyle meskûn bir yer olduğu ve bağlarla örtülü olduğu anlaşılır. Şimdi ise her taraf tarla hâlindedir ve iyi cins tütün yetiştirilir. Platana, 6 mil uzakta Yoros Koyu’nun içinde bir kasabadır. Platana çınar ağacı demektir, çünkü eskiden bura halkı aynı ağaca tapardı. Bununla beraber, bazıları Polathâne yani “demir fabrikası” olarak zikrederler. Geniş ve emniyetli limanı sâyesinde, Platana eski devirlerden beri ticaret merkezi olmuştur. Mevkînin güzelliğinden başka, toprağı da verimli olan bu yerde pek çok zeytin ağacı bulunur ve nefis zeytinyağı çıkarılır. Nüfusu Türk, Ermeni ve Rumlar’dan mürekkeb 400 ev kadardır, 64 adet de köyü vardır. Burada yıkık kiliselerden başka eski eser görmedik. Pazar günleri pazar kurulur ve her türlü mal üzerinde çok alış-veriş yapılır. Kalanima Deresi boyunca pek çok tütün tarlaları gördük. Yetiştirilen iyi cins tütün İstanbul’a ve Rusya’ya sevk edilir.”
William John Hamilton, İngiliz gezgin, 1842’de yayınladığı “Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia with Some Account of Their Antiquites and Geology” adlı eserinde 1838’de geldiği Akçaabat’a ait izlenimlerini ve yorumlarını aktarmaktadır. Gezgin, çevrenin doğal güzelliğinden de etkilenerek Trabzon yöresini şiirsel tarzda açıklamıştır. “Saat 2.30’da Platana’nın bahçelerine indik. Sağ tarafından denize iniliyor, sol tarafında da dağlar yükseliyordu. Resim kadar güzel yeşil ovada meyve ve zeytin ağaçları, dut ve karaağaç, ayrıca incir ve tütün bahçeleri vardı. Şehrin büyük bir kısmı enfes bir konumda idi.”
Jacop Philipp Fallmerayer, Alman tarihçi ve gezgin, 1840 yılında Trabzon’a gelmiştir. Seyahatlerindeki izlenimlerini aktardığı ve 1845’te yayınladığı “Fragmente Aus Dem Orient” adlı eserinde Trabzon Limanı’nı oldukça ayrıntılı anlatmaktadır. Trabzon-Akçaabat arası için verdiği 4 saatlik uzaklık biraz abartılı olmasına rağmen, yaya olarak ölçüldüğü kabul edilebilir. Eserinde Akçaabat ve çevresinde yetiştirilen ürünlerden söz ederken betimlemeler ve şiirsel anlatımlar kullanmış ve bu ürünlerin ticaretinin yerel halkın geçim kaynağı olduğunu belirtmiştir. “Halk ağzında muhtemelen bu ismi taşıyan Platana, Trabzon’dan sâdece 4 saatten biraz fazla uzaklıktadır. Çınar, bu civarda ve özellikle de Kalanima Deresi kıyısında mukâyese edilmeyecek ihtişamla yetişmektedir. Şehir çevresindeki yumuşak eğimli tepeler, semiz gövdeli zeytin ağaçları ve bunlarla aynı bollukta incir ağaçları ile üzüm asmalarının arkadaşlığından oluşan ormanlarla kaplıdır. Doğal çeperleri ve dut ağaçlarıyla karaağaçlardan oluşan canlı çitleri ki bunlara bu mevsimde üzümler sarkan çardaklaşmış asmalar sarılmıştır. Platana’da olduğu kadar düzenli ve zevkli yetiştirilen hiç bir yer görmedik. 450 köy tarzında dere tepe yayılmış olan evlerden sâdece 140 tanesinin hristiyanlara ait olduğu söyleniyor; bunlar öşürle, küçük esnaflıkla, tefecilikle ve özellikle de şarapçılıkla ve zeytinyağı üreterek geçinmeye çalışıyorlar. Yoros Burnu, körfezi sert soğuk karayelden koruduğu için buradaki hava, yakınındaki Trabzon’dan daha ılımandır. Şarap, zeytinyağı, tütün ve mısır öylesine bol ki, insanın asil değil de sadece fiziksel gereksinmeleri olsaydı Akçaabat’ta çok mutlu olurdu.”
Charles Felix Marie Texier, Fransız tarihçi ve arkeolog, 19. yy. seyahatnâmeleri içinde Trabzon ve limanı hakkında en önemli bilgiler yazarın “Description De L’Asie Mineure” isimli eserinden elde edilmektedir. 1871’de tamamladığı eserinde Texier, özellikle Xenophon’a atıf yaparak Doğu Karadeniz’de kıyının yanaşılacak durumdaki noktası olarak Trabzon’u tanımlar. “Birkaç volkanik kayayla denize akmış lav izleri, 6. yy.’da bir dalgakıran görevi gördüyse de bugün yıkılmıştır. Gemiler Platana (Pulathâne-Akçaabat) koyuna girerek batı ve kuzeybatı rüzgârlarından korunur. Trabzon kayıkçıları, gemilerini burada karaya çekerler.”
Teophile Deyrolle, Fransız gezgin 1869’da Trabzon’a gelmiştir. 1878’de yayınlanan “Voyage Dans Le Lazistan Et L’Armenie” adlı eserinde Akçaabat’ın tarım ürünlerinden, özellikle Avrupa ve Rusya’ya deniz yoluyla gönderilen fındık ve tütünden söz eder. Gezgin Fallmerayer gibi Trabzon-Akçaabat arası için 6 saatlik uzaklık vermektedir ki, yine abartılı olmasına rağmen yaya olarak ölçüldüğü kabul edilebilir. “Polathâne 6 saatlik bir yerdi. Bütün Polathâne ovası çok iyi ekilmiştir. Buğday, arpa ve mısır boldur. En kötü toprağında da fındık yetiştirilir ki, Avrupa’ya mühim miktarda sevk edilir. Polathâne ovasının tütününün de büyük şöhreti vardır. Samsun tütünü ise Rusya’ya denizden sevk edilir.”
Özetle; Doğu Karadeniz Bölgesi’nin tek doğal limanı olan Akçaabat, öncelikle bir liman şehri olarak önem kazanmıştır. Miletliler’in Karadeniz kıyılarında ticaret yapmak amacıyla kurmuş oldukları koloni sisteminde Sinop ana üs, Trabzon, Giresun ve Ordu ise aktarma limanlarıydı. Ancak Trabzon Limanı’nın İran’la bağlantıları ve transit limanı olarak öne çıkması şehrin hızla gelişmesini sağladı. Roma egemenliğine girdikten sonra Hadrianus döneminde oluşturulan doğu kesimindeki liman alanına rağmen, özellikle fırtınalı havalarda batı kesimindeki doğal liman alanı olan Akçaabat, bölgeye gelen yük ve yolcu gemilerinin en güvenilir barınağı oldu. Aynı dönemde Hıristiyanlığın yayılması ve Bizans İmparatorluğu döneminde de piskoposluk merkezi olması şehrin önemini arttırmıştır. Ancak bölgenin dağlık oluşu ve karayolunun iç bölgelerle yeterli bağlantıyı sağlayamaması deniz yolunun seçilmesine neden olmuştur.
Haçlı Seferleri’nden olumsuz etkilenen Ege ve Akdeniz’e rağmen Karadeniz limanları Doğu’yla bağlantıda daha güvenli olmuş, Trabzon da deniz ticaretinin merkezi durumuna gelmiştir. 1204 yılında kurulan Trabzon Rum Devleti bir ticaret devletidir ve gümüş, demir, sap, şarap, kumaş ve fındık ihraç ederken, Doğu’dan ipek, muslin ve Hint baharatları ithal etmektedir. 13-15.yy. arasında ise Karadeniz ticaretini Venedik ve Cenevizliler yürütmüştür. Bu dönemde Venedik ve Cenevizliler, Karadeniz çevresinden Avrupa için buğday, deri, kürk, dokumalar, gümüş ve bakır, Avrupa’dan Karadeniz’e ise yün, kumaş, silah, yağ, kalay, şarap ve bakır taşımıştır.
1461’de Trabzon’un ve sonrasında Karadeniz kıyılarının Osmanlılar tarafından fethiyle, Trabzon hem deniz ticaretinin hem de doğu seferlerinin merkezi olarak kullanılmaya başlandı. İpek ve Baharat Yolları’nın kuzey kolu olan Trabzon-Erzurum-İran kervan yolu Trabzon’dan Akçaabat Limanı’na ulaşmaktaydı. Seyahatnâmelerde de geçtiği üzere kurulan pazarın büyüklüğü, limanın yoğunluğunu ve ticaret hacminin büyüklüğünü göstermektedir. Ayrıca Akçaabat toprakları ve iklimiyle buğday, arpa, darı, pirinç, mısır ile tütün, kenevir, zeytin ve üzüm gibi tarımsal değeri yüksek ürünlerin yetiştirilmesine uygundu. Üzüm üretimi Akçaabat’ta her devirde önemli olmuş, üzümden elde edilen şarap ile kenevirden elde edilen ürünler Kefe, Kili, Edirne, Harput, Kemah ve Erzincan şehirlerinin yanı sıra Tuna İskelesi yoluyla Avrupa’ya gönderilmiştir. Ancak 15. ve 16.yy.’da şehrin en önemli ihraçları arasında yer alan şarap üretiminin, Trabzon şehrinin Türkleşme ve İslâmlaşması ile birlikte önem kaybettiği anlaşılmaktadır.
16.yy.’da ise coğrafi keşiflerin etkisiyle ticaret Akdeniz’e hatta okyanus ötesine kaymış, yörenin deniz ticareti de bundan olumsuz etkilenmiştir. 17.yy.’da Karadeniz ticaretinin egemenliği Venedik ve Cenevizler’den, Osmanlı Devleti tarafından verilen kapitülasyonlar doğrultusunda Fransızlar’a geçmiştir. Bu dönemde tutulan şeriye sicillerinden elde edilen bilgilere göre yöredeki tüm gemilerin Akçaabat Limanı’na demirlemiş olması, limanın ne derece önemli olduğunu göstermektedir. Örneğin 1701 yılına ait Trabzon şeriye sicilindeki kayıtta İstanbul’dan Trabzon’a 18 çuval kına getiren gemi reisine 45 kuruş taşıma ücreti, Platana İskelesi’nde gümrük vergisi olarak ise 24,5 kuruş verilmiştir. 1731 yılı kaydında ise Trabzonlu Nikola’nın Kili’den satın aldığı 300 kile İstanbul buğdayını Palatana İskelesi’ne gemiyle getirerek kıyıya çıkarmak üzere Mehmet Reis’e teslim ettiği geçmektedir.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ve 1783’te Kırım’ın Rusya’nın eline geçmesi ile Karadeniz, Osmanlılar tarafından Rusya’ya karşı diğer Avrupalı devletlere açılmıştır. 19.yy.’da Trabzon’da Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, Yunanistan, Belçika, İspanya ve A.B.D.’nin konsoloslukları bu yarışın öncü kurumlarıdır. Bu durum deniz ticaretini geliştirmekle birlikte, devletin gelirleri düşünüldüğünde Osmanlı Devleti, Fransa, Rusya ve Avusturya’dan sonra gelmektedir. 1836’da buharlı gemiler Karadeniz’de çalışmaya başladığında Akdeniz’in transit taşımacılığı da Karadeniz limanlarına özellikle Trabzon Limanı’na kaymıştır. Avrupa içlerinden Tuna Nehri ile Köstence, Varna ve Burgaz gibi Batı Karadeniz liman şehirlerine taşınan yükler, buradan deniz yolu ile Trabzon Limanı’na veya diğer Karadeniz limanlarına taşınmaktadır. 1842’de Trabzon Limanı’na Tebriz’e gönderilmek üzere indirilen balya ve sandık sayısının yılda 32.000’i bulduğunu bilinmektedir.
20.yy.’da ticari etkinliğin artmasıyla Trabzon ve çevresine yönelik Avrupalı devletlerin siyâsi tutumları da değişmiştir. Bölgedeki Rum varlığı hem Rusya’nın panslavist hareketinde, hem de Avrupalılar’ın Osmanlı Devleti içindeki azınlıklara yönelik siyâsetlerinde etkili olmuştur. Trabzon tarihin erken dönemlerinden bu yana ticaret ile var olmuş ve en parlak zamanlarını ticaretin yoğun olduğu dönemlerde yaşamıştır. Bu özelliği nedeniyledir ki, Trabzon ve çevresi tarih boyunca nüfus olarak da kozmopolit bir yapıya sâhiptir. Her ne kadar Lozan Antlaşması’yla (1923) gayrimüslim halk bölgeyi terk edene kadar Rumlar’ın çoğunlukta olduğu fikri yaygınsa da, arşivler üzerinde yapılan araştırmalar ve yabancı gezginlerin bölge hakkında vermiş oldukları bilgilerden halkın Türk, Rum, Gürcü, Laz gibi karma milletlerden olduğu anlaşılmaktadır. 1850 tarihli öşür defteri, Trabzon şehrinin bir liman şehri olduğunu açıkça vurgular ki, liman şehirlerinin en önemli özelliklerinden biri de sürekli göç almaları ve yoğun nüfus hareketlerine açık yerleşimler olmalarıdır. Bu bağlamda Akçaabat’ta da liman etkinlikleri dolayısıyla halkın yer değiştirme hareketleri görülmektedir. Aynı tarihli öşür defterine göre Akçaabat kazasında toplam 4858 hânenin öşür vergisine tâbi olduğu ve bu nüfusun 850 hânesinin gayrimüslimlerden (%18), 4008 hânesinin ise Müslümanlardan (%82) oluştuğu görülür.
İlçenin Osmanlılar tarafından fethiyle gayrimüslim halkın diğer mahallelerden ayrılarak Nefsi Pulathâne mahallesinde toplandığı ve burada tarım alanlarının sınırlı olması nedeniyle dükkân, han ve depo gibi şehre ve limana ait ticari alanlar dolayısıyla gayrimüslimlerin ticarete yönelmelerinin de nedenini oluşturmaktadır. Aynı yıllarda yörenin âyan ve eşrafları Şatırzâdeler, Murathanzâdeler, Hacıömerzâdeler, Lermizâdeler, Kalcızâdeler ve Hacısalihzâdeler sâyesinde toprak zenginliğinin artması bölgenin deniz ticaretinin artışında önemli bir etken olmuştur. Ancak ilçede yer alan kilise-manastır vakıf toprakları ile Hatûniye vakfına ait olan topraklar ve iskelenin yüksek geliri, kem gözlerin dikkatini celp etmiş ve maalesef ilçeye yönelik eşkıyâlık etkinliklerini de arttırmıştır.
Uzun bir yazı oldu.
Umarım yorulmamışsınızdır.
Haftaya görüşmek üzere…
Hoşçakalın…
M.Hakan Alşan
İstanbul