Geride bıraktığımız yüzyılın başları, her bakımdan ülkemiz ve milletimiz adına son derece örseleyici bir dönem olmuştur. Bu dönem yaklaşık çeyrek yüzyıl sürmüş, denilebilir ki sürekli olarak savaşlarla geçmiştir. Zirâ bu dönem, aynı ânda 5-6 cephede verilen savaşlarla ve Anadolu insanın büyük fedakârlıklarıyla sürdürülmüş, ne mutlu ki bu fedakârlıklar karşılıksız kalmayarak, nihâyetinde tam bir bağımsızlıkla ve Cumhuriyet ile taçlanmıştır.
İşte, bu 25 yıllık dönemin canlı tanıklarından olan merhûm hemşehrimiz Horavili Gazî Hamdi, o yıllarda binlerce Mehmetçik gibi cepheden cepheye koşmuş ve bu kutsal vazifesi sırasında yer yer şiir estetiğinde notlar alarak özellikle Kurtuluş Savaşımızı kendi el yazısıyla destanlaştırmıştır.
Evet! Ne mutlu bizlere ki, Akçaabat’lı bu gazîmizin kendi el yazısı ile kaleme aldığı bu destânı, Akçaâbatımızın hafızası olan sevgili Atilla Alp Bölükbaşı ağabeyimizin arşivinden temin edebildik. Yazı dili Osmanlıca olan bu eserin orijinal nüshası hâlen sevgili Atilla Alp Bölükbaşı ağabeyimizdedir. Atilla Alp Bölükbaşı ağabeyimizin de yönlendirmesiyle, kendisinden bu destanın bir kopyasını teslim alarak ve geç de olsa tercümesini yaparak aşağıda sizlerle paylaşma bahtiyarlığına böylece erişmiş olduk.
Elimizdeki Osmanlıca yazmanın ilk sayfasında yer alan “Akçaabat çevresi Horovi köyünden Hamdi yadigârı. Unutulmasın.” ifadesi ve temennisi doğrultusunda, sevgili gazîmizin de vasiyetini böylece yerine getirmiş bulunuyoruz.
Metnimizin çok zor okunan ve çözümlenen bir destan olduğunu da bu arada özellikle belirtmeliyim. Destânın Osmanlıca olmasının yanı sıra, kendisine has olan gayri matbuû bir el yazısıyla ve ayrıca yöremiz aksanı ile yazılmış olması, önümüze son derece büyük güçlükler çıkarmıştır.
Tüm bu güçlüklere rağmen metin üzerinde günlerce çalışarak ve bir yandan da metne şiir lirizmini vererek ve çözümlenemeyen veyâ düşük olan yerleri parantez içerisinde kritik edisyondan geçirerek bütünleştirmeye gayret ettim. Böylece elinize yeni alfabemize uyarlanmış hâliyle Türkçe transkripsiyonu yapılmış olan aşağıdaki bu nüsha ulaşabilmiş oldu.
Bu vesileyle tekrar bize arşivini açan Atilla Alp Bölükbaşı ağabeyimize ve çeviri aşamasında desteklerini esirgemeyen sevgili İsmail Kahraman ve Erbay Yeniçeri hocalarımıza teşekkürlerimizi ve şükrânlarımı sunuyoruz.
Sözlerimi daha fazla uzatmadan sizi Horovili Gazi Hamdi’ye âit olan “Millî Seferberlik Destânı” ile başbaşa bırakıyorum:
MİLLÎ SEFERBERLİK DESTÂNI
Akçaabat çevresi Horovi köyünden Hamdi yadigarı. Unutulmasın.
(D. 1898 – Ö. ?)
Hû
Ah benim kardeşçiğim sen İsmaili,
Sormuyorsun kardeşim başıma gelen hâli.
Kurudum harâretten, su içtim dereden,
Harbe niyet ettik, kalktık Eskişehir’den.
Nice adamlar düştü Sakarya deresine,
Sürgün ettiler bizi, Nasuhçal ırmaklarine.
Taşti geçit vermiyor Sakarya Deresi,
Yanaştuk, Nasuhçal ırmaklarına (o) harp senesi.
Ovanın üzerinde dayanılmaz güneşe,
Anladı kâfir Yunan, aldı bizi ateşe,
Nasuh Çal ırmaklarına dayandılar leş leşe.
Her yer, askerin işi değildir dayanmaya,
O yerden, işte ordan, başladılar kapanmaya,
Topçular da başladı sağa sola atmaya.
Ata ata döğünmez topların hânesi,
Be(y)nim üstünde patlar kâfir Yunan mermisi.
Kurşun başımın üstünde bağırıyor,
Naralar da bir yandan onbeşli çağırıyor.
Bir zayiat vermedik, yeter bize o kadar,
Saat dokuzbuçuktan gündüz beşe kadar.
Alamadum âhımı kâfir Yunan piçinden,
Tam ondokuz saat kaldık ateş içinde(n).
Avcı işi gibi geliyor, o kâfir Yunan yoldan,
Bir de emir geldi, düşman basıyor soldan.
Dedim ki, hasret gittim annem ile babamdan,
Gece düşman geliyor neyliyeyim,
Dedim, esir gidersem vay ki öldü gençliğim.
Hiç hayrete tutulmadım benim cesurluğumdan,
Vurulmaktan korkmadım, korkum esir olmamdan.
Dünyada hiç çekilmiyor gece uykusuzluğu,
Andım böyle (işte) paşa köy(üm)deki sağlığı.
Şimdi olsa orada ey gidi bizim dere,
Kurudum hararetten yayıldım vurdum yere.
Kurudu tütün oldu ovaların çimeni,
Geldi arkadaşlarım ayiltti, “dinle beni”.
Gece gündüz hareket yaptık, âh hem yıktık,
Geldi dediler bana “kalksana esir gittik”.
Gittim biraz o yana buldum yerde (bir) kuyu,
Kap yok! De’ garip Hamdi ne’lan alayım suyu.
Uyudum birazcık, gördüm bir tane rüyâ,
Başlığımla, hâl-i mecalimi hemen yatırdım suya.
Ben na hallare kaldım, ey gidi Hamdi dedim,
Verdim dudaklarıma bir lokma da rahat ettim.
Ben de hesap eyledim asker vardır gerid(a),
Düşman sardı dört yanı, kaldık muhasarada.
Düşmanın esir aldığını göz ile görüyoruz,
Kesecek bizi diye, salavat getiriyoruz.
Dedim esir gidersem ne olacak hallerim,
Söylüyor kumandanlar (böyle) düşünmeyin evlatlarım.
Düşüneceğim beyim, (şimdi) düşünme yoludur,
Nasıl düşünmeyeyim yüreğim dert doludur.
Kurşunlar şayır-bayır vurur top parçasina,
Kimin kafasına, kiminin kalçasına.
Bırakmaz yakamızı; takip eden peşim(iz)den,
Düştük bir köy içine, kurtulduk ateşinden.
Bir kılavuz gönderdik önüne bile bile,
Akşam namazı oldu, sabah döküldü buruye.
Bir akıl, fikir eyledin, iki sabah sonradan,
Bir boğaz kaldı açık, çıkacağız oradan.
Erken(den) yaydım sabır(la), iri iri taşlarlan,
Sağı selâma(ta) çıktık cümle arkadaşlarlan.
(Şimdi ise 1912 senesinin harbini tarif edeceğim)
Harbin vadesi geldi şimdi bir kıyıdan başlar,
Bu ikinci harbimiz, dinleyin beni arkadaşlar.
Bir gün emir geldi asker hiç dağılmasın,
Samsun’a gideceğiz, evlatlar hiç korkmasın.
Biz de hazırlık gördük biraz seviniyoruz,
Başa gelecek vardır, orayı bilmiyoruz.
Yüzde doksan dokuzun biridir ümidimiz,
De(r)din doğru söyle bana; harpten yoktur korkumuz.
Evvelki harpten beri, tamam bir sene sürdü,
Hep kaçacaklar diyen zabıtalar bile çok korktu.
Asker nasıl bıraksın, böyle garip bir yurdu,
Çok ağır furtunalarım, gidemiyorum (bu) yola,
Yedi gün yedi gece hareket ettik (biz) sola.
Değiştirdik yolu Sandıklı cephesine,
Birazcık dinledim (ordaki) harbin sesine.
Baktım dünya yanıyor, ortalık şafak doğdu,
Top, duman bol, tozu az kaldı bizi boğdu.
Bir iyice dinleyin Anadolu’da ne oldu,
Hep çevirdik Yunan’ı gerisine döndü.
Top sesi, tüfek sesi, dünya zelzele oldu.
Türkiye harp edemez (diye) Yunanlar söylemiş,
Rus, Mariya, Amiral; bu haplerde bok yemiş.
Askerciğum eyledi, geldi süngü süngüye çoğumuz,
Harbde, top atılmaz harpte, imdat etmeye,
Hariçten top alamaz (ki), saltanat-ı Türkiye.
Yüksek dağda mayına bastı, ya Rabbi anmaya,
Tel sargısı yaramaz, kucak kucak çatmaya,
Kestik tel sargıyı, döktük onu o yaraya.
İlk günüsü aldık, takip ettik peşini,
Biz de hiç kesmiyoruz topların ateşini.
(En sonraki harbimiz, 1913 senesi, Toplar da bana bağırıyor aynı onbeşlik)
Et(ten) kale(si) dediler, ancak gördük inandık,
Biz Türk oğlu Türküz, kanandıkça kanandık.
43’üncülerin yüreği evvelinden çok yandı,
Arı namusu eyledi bu sefer, bu sefer kazandı.
Kırk(la) kazandığından kumandan paşa oldu,
Salih Orbay rahmetli.
Yirmibeşgün harekât, koşmaktan ayaklarım acıyor,
Yunan dayanamadı, cayuk cayuk kaçıyor.
Dedim sen yosma idin, niçin kaçıyorsun,
Bu kadar top tüfeği yollara saçıyorsun.
Yunan kaçıp giderken hep yakıyor köyleri,
Köyler ne ise ne’, (o) güzelim şehirleri.
Altıyüz kişi İslâm doldurmuş Pamuk ova(ye),
Döküyor gaz yağı, hep veriyor aleve.
Görmedi böyle bir gün, bu cihan bu vatanda,
Batum(dan) muhacir gibi millet kaldi meydanda.
Yüreğim dayanmıyor, yanar (durur) ağlayanda,
Hızır mı(dır) kavuştuğumuz, bağırıp ağlıyorlar,
‘Kavuşmayaydınız yanmış idik’ diyorlar.
Böyle bir hâle koydu Ermeni, Erzurum(u)
Kesmalan can alıyor (elin) Yunan(ı), en çok da Rum(u).
Düşman geçti elime daha dayanılır mı,
Türk ilan (hiç) adam kanlı olur mu,
O kanı almaktır, (artık) askerden sorulur mu?
Tavşan avlar gibi (artıkI sürüyoruz izlerini,
Eylül’ün dokuzuncu günü gördük İzmir’in yüzüni.
Ekseri Türk’ün keskin olur bıçağı,
Gene güldüreceğiz ölmeyerek, sancağı.
İzmir’e varamadan asker; su(suzluk)dan boğaldık,
Susuzluk fena şeydir, Pur gibi (suya) battık.
Harbe girerken insanın ekseri canı sudur,
Diğer bir eksiği ise yarım saat uykudur.
Dünya bize haramdır, vatan bize kalmasa,
Vurulup ölmek hiçtir, bu hasret(lik) olmasa.
Bu kadar intikamı Türkiye hiç bırakmaz,
Varalım boğaza kadar, katiyyen so(n)ra olmaz,
Türkiye’nin içinde harici adam yaramaz.
Elbet haber dağılmış (sarmış) o günler sağı solu,
Dinleyin arakdaşlar ne olmuş Anadolu.
Yunan(lı) gazete yazmış, hesabına (göre) kazanmış,
‘Türkiye(liler) kaçtı’ diye Kral’a haber salmış.
Türkiye kaçar(!) ama, hep ileri ileri,
Acep nasıl dönüyor (böyle) şu mel’unun dilleri.
Varıp ne söyleyecek (şimdi) paşası Kralına,
Öyle bir utanıyor ki, gidemiyor yanına.
Türkler 15 senedir harb ile uğraşıyor,
Eski hudutlarına gittikçe yanaşıyor.
Yirmialtı senedir (ise) Yunanlı dinleniyor,
Sanki bir adam gibi (güyâ) dünyayı fethediyor,
Ankara Yunan(da) idi, şimdi neden gidiyor.
Cenab-ı Hakk verdi Yunan(ın) belâsını,
Büyük hatâ işliyor, çekiyor cezasını.
Batı öyle alacak(tı) (güyâ) yürek tesellisini,
Hiç kimse karışmıyor artık, bulmaya arasıni.
(Batı) gitmeye utanıyor, kaldı deniz(in) yüzünde,
Na varıp ta söyleyecek, kan akıyor gözünde.
Alışverişe benzer (harb), daima kazanmak olmaz,
Kazandığını da söyler, bunda utanmak olmaz.
Velenizos Paşası şaşırdı pusulayi,
Yitirdi askerini (da), melûl melûl arayi.
Aradi bulamadı, ar etti (da) ağlayi,
İzmir’den Atina’ya yol var mıdır, (diye) sorayi.
Yolu niçin sorarsın, ha s.ktir seni köpek,
Niçin sorarsın yol, (artık) sen esirsin demek,
Çok yetim, zevallık çekti (işte böyle), bu kadar emek.
Trikos Paşa gördün mü ne iş ettin,
Gazî Mustafa Kemal Paşa’ya kıçı(nı) teslim ettin.
Akcaâbad eşrâfından
Horovi’li Hamdi (Turan).
(1898 – ? )
(Yazan: Akcaâbad Eşrâfından Horovi’li Hamdi – D. 1898 – Ö. ?)
Editör / Kritik Edisyon: M. Hakan ALŞAN