29 Mart 2025 Cumartesi
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz

JİLET SERDAR

28 Mart 2018
JİLET SERDAR

Gazetedeki odamda günlük gazeteleri okurken, telefonum çaldı. Telefonu açtığımda tanıdık bir ses “Kemal abi merhaba, ben Serdar Jilet Serdar. Akşama misafirimsin” deyip telefonu kapattı.

Jileti görmeyeli neredeyse otuz yıl olmuştu. 12 Mart döneminde Askeri mahkeme tarafından hükmüm verilmiş ve siyasi tutuklu olarak Maltepe Askeri Cezaevine konulmuştum. Büyük koğuşta ne ararsanız vardı. Devsola üye ve sempatizanları. 12 Mart döneminin ‘torba davası’ olarak ünlenen TKP iddianamesine sokuşturulmuş TİP’liler, bağımsız sosyalistler, aydınlar, gazeteciler… Bunlardan başka ise dönemin ünlü kabadayılarından Sarı Selim ve emrinde gençten birisi vardı.

Sarı Selim bir süredir orada ikamet ettiğinden, koğuşta disiplin üst seviyedeydi. Ne zaman biz oraya gelmeye başladık, disiplin ister istemez, söylemlerle birlikte değişmeye başladı. Yine bir gün TİP’den yargılanan üniversiteli çocuğa Selimin adamı “Kalk çay demle” diyince, Selim adamını yanına çağırıp “Oğlum, bunlar siyasi suçlu, bu şekilde emir verir gibi iş buyurma bunlara. Burada, bugün varlar, yarın yoklar. Bir bakmışsın birkaç yıl sonra Başbakan olmuşlar. Ondan  sonra nefesimizi keserler” diye ciddi bir nutuk atmıştı.

Çocuk, Selim’in ağzından çıkan her kelimeyi dikkatlice dinlerken başını istemsizce benden yana çevirmişti. İlk kez o zaman dikkatimi çekmişti yüzü. Daha onsekizine yeni girmiş bir delikanlıydı. Göz göze gelince başını öne eğip yanıma geldi. Benimle konuşacağını düşünürken, yatağımın üzerinde duran Dostoyovski’nin Suç ve Ceza kitabına uzandı ince parmakları. Kitabı eline alıp, birşey tartıyormuşcasına aşağı yukarıya kaldırdı. Dile kolay yediyüz sayfaya yakın bir kitap. “Bunu  nasıl okuyorsun abi” dedi, sempatik karadeniz şivesiyle. “Yeterki okumak iste, bir süre sonra ne sayfa numarasını görüyürsun ne de kitabın ağırlığını hissediyorsun. Zihnin bunlardan daha çok, sana neler verdiğine odaklanıyor. Peki sen okumazmısın?” diye sorduğumda başını Selim’e doğru çevirdi. “Bizim okulumuz renkli ışıkların süslediği caddeler abi, mazlumların hüznünde hayatı, yalınayak köşe başlarında dilenenlerden ise yoksulluğumuzu öğreniyoruz. Bir süredir de okulumuz bu cezaevi oldu. Şu karşı duvardaki şafak çizgilerini görüyormusun? İşte onlardan hem Türkçeyi hem de Matematiği öğrendim ben” dedi.

Kabadayıların bu jargonunu seviyordum. Ne yapıyorlarsa hep onların, yoksulların iyiliği için yapıyorlardı. Kitaba şöyle bir göz attıktan sonra “Ne anlatıyor bu kitap” diye sordu. Hoşuma gitmişti meraklanması, bu koğuşun duvarlarına şafak çizgisi çiziktirmeyle, avluda volta atmayla ne kadar geçerdiki zaman. “Senin yaşlarda bir üniversite öğrencisi, tefeci bir kadını baltayla öldürüyor. Öldürdüğü odadan çıkmak üzereyken içeriye başka bir kadın giriyor ve onu da öldürüyor. Yükselmek istiyormuş hayatta. Bu yüzden ihtiyacı olan parayı da, insanları sömüren bu tefeciden almaya karar veriyor ve onu öldürüyor. Anlayacağın uzun hikaye” dedim. Sağ elinin işaret parmağını kaldırıp başını kaşırken “Aynı bizim gibi” dedi bana.

Jilet Serdar ile ilk tanışmamız böyle olmuştu. Orada bulunduğum bir buçuk yıl zarfında yanımdan hiç ayrılmadı. Ben anlattım o dinledi. İçeriye okur yazar olarak girdi, üniversiteli olarak çıktı diyebilirim. Çünkü, haftada bir kitap okumaya başlamıştı. Öyle içeriği boş kitaplar da değil, ete kemiğe dokunan, emeğin, alın terinin ne kadar önemli olduğunu, hukukun ve barışın insan hayatının temeli olduğunu anlatan kitaplardı hepsi de.

Ben bütün bunları düşünürken, kül tablasındaki sigaram çoktan kendi kendisini içmiş ve masanın üzerine düşmüştü. Bugünü anlatan yeni bir yanık izi kalmıştı sadece sigaramdan geriye.

Akşam mesai çıkışı, Jiletin vermiş olduğu adrese doğru yola koyuldum. Tertemiz bir bahar havası vardı İstanbul’da. Resmen çiçek sağanağı yaşanıyordu. Hele o erguvanlar yok mu, insanı bir hayal dünyasına sürüklüyordu. Ne kadar sürerdi bu bahar havaları bilemiyorum ama şairin dediği gibi beni de bu havalar mahvediyordu.

Kumkapı’da, mekanı ararken birkaç metre ileride mavi ışıklı bir tabela dikkatimi çekti. Uzağı göremediğim için biraz daha yaklaşınca, Jiletin söylediği “Yoroz” yazısını okudum. Restaurantın kapısına geldiğimde, kapıda siyah takım elbiseli, beyaz gömlekli birkaç kişi gördüm. Doğrudan üzerlerine yürüdüm ve kendimi tanıtıp, Yoruz’un içerisine girdim. Restaurantta garsonlar ve Jiletten başka kimse yoktu. Belliki, kapatmıştı bu akşam için burayı.

Beni ilk karşılayan şef garson oldu. Jiletin masasını göstererek buyrun dedi. Masaya yaklaşırken, Jilet beni fark edip ayağa kalktı. Kollarını açıp “Kemal abi, hoş geldin” diyerek özlemle sarıldı. Tuhaf bir rüzgar dolaştı tenimde. Öğrencisi ile yılar sonra karşılaşan öğretmen gibi hissettim kendimi. Bir süre anlamsız bir şekilde birbirimizin yüzüne baktık. Bakışlarının gözlerimin altındaki kırışıklarda gezindiğini hissettim. Sonra, ikimiz de katılarak gülmeye başladık. Hayat çünkü, ikimize de çok da acımasız davranmıştı. Otuz yıl önceki halimizden eser yoktu. Onun saçları iyice beyazlaşmış, benimse başımda saç kalmamıştı. Ama hâlâ, Suç ve Ceza kitabının ilk sayfasına bakan gözler ile birbirimize bakıyorduk.

Karşısındaki sandalyeye oturdum. Masayı şöyle gözlerimle bir süzdüm önce. Yoroz’da meze dolabında ne varsa, hepsi masanın üzerindeydi. Fasülye turşusu ve kavurması, cacık, haydari, pilaki, fava ve bir meyhanede ne olması gerekiyorsa hepsi masadaydı. Gözüm, masanın duvar tarafındaki rakı şişesine kaydı birden. Şişe, çoktan dibine yaklaşmıştı. “Hayırdır, efkar ağır bastı sanırım. Şişeyi neredeyse bitirmişsin” diyince, gözlerini masadan kaldırıp bana anlamlı anlamlı baktı. O zaman anladım bu bakışların, otuz yıl önceki bakışlar olmadığını.

Jilet şef garsona seslenip, yeni bir şişe rakı söylerken, bana da masadakilere ilave birşey isteyip istemediğimi sordu. Masaya tekrar alıcı gözle bakıp, garsona elimi istemiyorum anlamında işaret ederek Jilete döndüm. “Anlat bakalım Jilet, görüşmeyeli nasılsın” dedim. İnce uzun parmaklarıyla rakı kadehini kavrayıp ağzına götürdü. Kocaman bir yudum aldıktan sonra “Abi, bu sevdayı sen yaz istedim. Selim’i bilirsin, Sarı Selim. Ceza evinden çıktıktan sonra birkaç yıl daha beraber çalıştık. Bilirsin, beni oğlu gibi severdi. Evlerinde akşam yemeği yeneceği zamanlarda, Asiye yenge bir tabakta benim için koyardı masaya. Tabi masada kızları Fatma’da olurdu. Böyle anlarda gözlerimi yemekten kaldırıp Fatma’ya bakamazdım. İçimde ki denizlerde öyle fırtınalar esiyorduki ona karşı. Ondan başkasını gözüm görmüyordu hiç. Ceza evinde, senin önerilerinle okuduğum kitaplar, hayata bakışımı değiştirmişti. Selim Abi ile çalışıyordum ama yaptığımız kirli işler, beni boğmaya başlamıştı. Bu arada, Fatma’nın da bana boş olmadığını anladım. Biz fırsat buldukça, gizli gizli buluşuyor, geleceğimize dair planlar yapıyorduk. Derken, Selim Abi ile yollarımı ayırmak zorunda kaldım. Sende bilirsin, bizim işlerde kara kutu olanların, ayrılıkları yıldız kaymasına benzer. Çok öfkelendi ondan ayrılacağımı söylediğimde. Kesin bir dille, bir daha seni etrafımda görürsem öldürürüm diye beni tehdit etti. Belki onunla çalışmaya devam etseydim, Fatma ile bir yuva kurma şansım olabilirdi. Şuan için ise, bunun hiçbir imkanı yok. İmkan yok diyorum çünkü, Fatma ile en son buluşmamız bir şekilde kulağına gitmiş ve bana adamlarıyla haber yolladı. Fatma ile bir daha buluştuğumuzu öğrenirse, artık yaşayamayacağımı söyledi. Bu tehditlerin benim için hiçbir anlamı yoktu. Fatma’ya olan sevgim öyle büyüktüki, ölümü bile çoktan göze almıştım. Fakat, bana tehdit ulaşırken, Fatma’ya da evden çıkma yasağı konulmuştu. Yaklaşık on gündür de görüşemiyorduk. Selim Abi’nin adamları arasında beni çok seven Ali isminde bir çocuk var, onun sayesinde mektuplaşır olduk bu on gün içinde. Artık, ne olacaksa olsun diyorum. Bu yüzden Fatma’yla kaçmaya karar verdik. Evet, yanlış duymadın. Fatma’yı kaçıracağım ve Trabzon’a dönüp ata evinde yeni bir hayat kuracağız. Biliyorum, bizi rahat bırakmaz. Ama onun da zayıf bir noktası var, Kezban yenge. O da onu kaçırmıştı. Bir şekilde Kezban yenge Selim Abiyi ikna edecektir diye düşünüyorum.”

Uzun süre konuşunca, ağzı kurumuş olmalı. Rakı kadehinden kallavi bir yudum aldı. Sonra birşey arıyormuş gibi etrafına baktı. Kapıda duran adamına el işareti yapıp yanına çağırdı. Yanına gelip eğilen kişinin kulağına birşeyler söyledi ve gerisin geriye tekrar dışarıya çıktı adamı. Sonra tekrar bana dönüp “Abi, bil istiyorum bunları. Kolay değil bizim kaçış öykümüz. Selim Abi fark ederse sadece beni değil, Famayı’da yaşatmaz. Şayet başımıza birşey gelirse, sen yaz bunları istiyorum. Gazete makalesinde de olsa, ölümsüzleştir sen bizim aşkımızı”

Uzun bir süre ikimizde sustuk. Sadece biz değil, sanki bütün İstanbul susmuştu. Yoroz’un dışındaki karanlığın sessizliği içeriyi bir yorgan gibi örtmüştü. Sonra sessizliği ben farklı konular açarak bozdum. Yaklaşık bir saat daha oturduktan sonra oradan kalktık ve dışarıya çıktık. Tatlı bir bahar rüzgarı karşıladı bizi dışarıda. Erguvan kokusu mu daha etkiliydi, anason kokusu mu bilemedim. Tatlı bir sarhoşluk çökmüştü üzerime. Sıkı sıkı sarıldım Jilete, Trabzon’a yolum düşerse arayacağım seni dedim. Abi aramazsan küserim dedi. Sonra ayrıldık, tıpkı hayatımızın yolları gibi ayrı ayrı yönlere giderek.

Eve vardığımda gece yarısı olmuştu. Jiletin anlattıklarını düşündüm bir süre, saf sevdalar insanın gözünü kara yapıyormuş. İlginç olan ise, kurşunun deviremediği babayiğitleri, sevdanın nasıl da aciz duruma düşürdüğünü gördüm.

Jilet ile buluştuğumuzdan iki gün sonrasıydı. Gazeteye girerken nedense aklıma, Jiletin anlattıkları geldi birden. Ne yalan söyleyeyim, uzun süredir böylesine çaresiz bir aşk hikayesi duymamıştım. Kaçır ulan kaçır Fatma’yı dedim içimden, bu aşkın finali güzel olsun bari. Sonra da ne yaptı bu deli oğlan, kaçırdı mı acaba diye de aklımda deli sorular uçuşmaya başladı.

Gazetenin sabah toplantısı için, toplantı odasına gittim. Toplantıda günlük siyasi haberler, spor haberleri, magazin haberleri tartışıldı bir süre. Gözüm birden önümdeki gazetenin üçüncü sayfasının en altında yer alan küçük bir habere takıldı. Gazeteyi telaşla alıp iyice yüzüme yaklaştırdım.

Erkan ERGÜL

Anahtar Kelime: , ,
YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

Akçaabat Postası SON DAKİKA: