İnsan, varoluş ağacının en muhteşem meyvesi olarak tanımlanır. Esasen ruhbilimciler ve kültür-bilimciler bu zarif meyvenin yetişmesi ve tat vermesi konusunda uzun mülahazalarda bulunmuşlardır.
Nasıl ki; doğal ortamında yeşeren, hamlık evresini geçen, güneşin ve atmosferin ana kucağında mütekamil bir noktaya ulaşan olgun meyvelerden söz ediyorsak, bir insanın da benlik ve kişilik yapısı üzerindeki iklim özelliklerinden ve de kültürel ve sosyal dokunun etkilerinden söz edebiliriz.
Toplumsal veya genetik zeka diyebileceğimiz bu eklemleme; bizi, milletimizin diğer toplum katmanlarından görece olarak farklı kılabilmektedir. Bu duruma ilişkin şöylece bazı örnekler verilebilir.
Örneğin; çöl ikliminde kum tepeleri sürekli yer değiştirdiğinden, Arap Alfabesi de tıpkı şekil değiştiren kum tepeleri gibi kavisli bir karakteristik özellik gösterir. Bu anlamda; melodiler ise kasvetli ve kavisli bir rüzgar sesine benzeyen bir “tını” özelliği taşır. Yine, Japonya yüzlerce ada topluluğundan oluştuğu için, Japon Alfabesi de tıpkı adalar topluluğu gibi parçalı ve karmaşık bir görünüm vermektedir.
Diğer taraftan Eskimolar soğuk iklim özelliklerinden ötürü, az konuşan, hemen hemen hiç gülümsemeyen, soğuk rüzgarın etkisiyle de kısık bakışlı olan ve ağır hareket eden bir beden dilini yaşantıya dönüştürmektedirler.
İşte yazımızı bu minvalde şekillendirirsek Akçaabat insanının da kendi kültürel ve iklim özelliklerinden direk etkilendiğini ve kişilik özelliklerinin de bu yansımalara göre şekillendiğini söyleyebiliriz. Örneğin, yöremizde ekili ve biçili arazilerin çok az olması toprağa verilen değeri daha da perçinlemektedir. Bu anlamda biz Akçaabatlılar; bu toprak sevgisinden hareketle daha vatanperver ve daha milliyetçi bir yapıya sahibiz.
Hepimizin malumu, biz Akçaabatlılar, 1974 Kıbrıs harekatı sırasında gönüllü asker olarak Askerlik Şubesi önünde harekâta katılmak için uzun kuyruklar oluşturmuşuzdur.
Aynı şekilde, yöremizdeki iklim, sürekli değişen hava şartlarıyla kendini gösterdiği için, yine biz Akçaabatlılar, aniden değişen bir duygu durumuyla hareket etmekteyiz. Ufacık birşeyle mutlu olabilen ama yine ufacık birşeyle de sinirlenip hafakanlar koparan bir mizacımız var.
Diğer taraftan arkamızda hemen yükselen sıradağların ve önümüzde uzanan Karadenizin etkisiyle olsa gerektir ki; kabına sığmayan bir kişilik yapımızla davranışlarımıza şekil vermekteyiz.
Belki de kemençenin sapının kısa olması ve halk ozanlarımızın o daracık alanda melodiler oluşturması; yine dağlar ile deniz arasında sıkışıp kalan yöremizdeki yaşantıyla büyük oranda benzeşmektedir.
Karadeniz’in hırçın figürleri, hamsi balığının kıvrak hareketleri yöre şarkılarımıza ve folklorik özelliklerimize ciddi manada yansımıştır. Ayrıca Türkçe’nin kendine has bir lehçeyle yöremiz insanı tarafından harfleri yutan, heceleri yuvarlayan ve kelimeleri kısaltan bir aksan ile konuşulması; yine iklimin değişkenliği ile yaşam alanlarımızın dar oluşuyla kendini gösteren aceleciliğimizin bir uzantısı olsa gerektir.
Nasıl ki komar çiçeği ve karayemiş bu coğrafyaya özgü ise Akçaabat’ımızın insanı da; yine kendine has kişilik özellikleri ve davranış biçimleriyle bu coğrafyanın ihtişamlı bir meyvesi gibidir.
Dedim ya; insan varoluş ağacının en muhteşem meyvesi olarak tanımlanır…
Haftaya görüşmek üzere…
Hoşcakalın.